Bu sene Şeb-i Aruz törenlerine
katılmak istedim. Konya’nın Anadolu tren duraklarından biri olması bu isteği
gerçekleştirmek için önemli nedenlerden biriydi. Bir yandan da dinler tarihinin
çok başlarındayken tasavvuf için henüz çok yolum var, bu tören için erken mi
diye düşünmeden edemiyordum. Sonuçta bir adım atmak, o töreni izlemek, hele de
fotoğrafçılara ayrılan sahne kenarında yere oturarak izlemek benim için nefis
bir tecrübeydi… En iyisi yolun başına dönerek anlatmak…
Samsun’dan Ankara’ya otobüsle
oldukça erkence bir saatte varıp, neredeyse hiç beklemeden Konya trenine
binerken gülümsedim. Başkent “gene” bir duraktı, üstelik çok sevilenlerin yaşadığı.
Birgün, kalıp daha çok tanımalıyım bu şehri diye düşündüm. Ah unutmadan geçen sefer
ezilme tehlikesi yaşatan Suriyeliler artık yoktu. Gar sabahın çok erken
saatlerinin bildik uyanma telaşıyla uğurluyordu herkesi.
Kara tren mi yüksek hızlı tren mi
derseniz kara tren cevabını veririm. En arka kısmından fotoğraf çekmek ya da
yolu seyretmek ayrı bir keyif. Hızlı treninse bana göre en büyük avantajı bir
kafeteryasının olması… Hele de koltuğunuz dışarıyı çok iyi göremeyeceğiniz bir
yere denk gelmişse bütün yolculuk burada geçirilebilir. Ankara – Konya yolunda
ben de öyle yaptım, karşımdaki teyzeyle biraz sohbet ettikten sonra doğru çay
içmeye…
Konya’ya yaklaşırken öğreneceğim
ilk şey sisti! Neredeyse göz gözü görmez bir halde ilerlerken bunun her sabah
yaşandığını anlattılar. Hatta uçak seferleri de ertelenebiliyormuş sis
yüzünden. Biraz hafiflemiş de olsa sisler içinde bir Konya’ya vardım. Açık bir
hava olsa Mevlana Müzesi’ne yürürdüm. (Birkaç kilometre olarak garın çıkışına
tabela konulmuştu çünkü. )
Henüz tasavvuf geleneğine göre
önce Şemsi Tebriz’inin Türbesi'nin sonra Ateşbaz-ı Veli’nin Türbesi'nin ve en son
Mevlana Müzesi’nin ziyaret edilmesi gerektiğini bilmiyordum. Taksiden yürüme
mesafesindeki yerler hakkında bilgi alırken tepeden başlamaya karar verdim. Yani
Alaaddin Keykubad Camii’nden…
Anadolu’yu öğrenme sürecinde en
sevdiğim kısımlardan biri okuduğum kelimelerin artık bir anlam ifade etmesi.
Yani Urartular denildiğinde kartal yuvasını andıran kaleleri, Anadolu
Selçuklular’dan bahsedildiğinde belli yapı biçimlerinin aklıma gelmesi, mesela aşık
olduğum Divriği Ulu Camii, Memluklular’ın Asurlular’ın Anadolu’ya etkileri,
Kültepe – Kaniş’teki stoklu ticaret, yazılı belgeler gibi… Kısaca Anadolu
tarihi havada uçuşan bilmediğim kelimelerden ibaret değil artık biraz daha yere
basıyor görüntüleriyle…
Alaaddin Keykubad Camii’ne doğru yandan, iç kale sur duvarları olarak kabul edilen kısımdan yürüdüm. Temizlik işlerini
yapan amca mihraptaki çiniler için içeri çağırdı. Zaman içinde genişletilen
derin bir alanda çinili mihrapla karşılaşmak çok hoşuna gidiyor insanın. Eskiden
kalanlar onarılanlara göre daha parlak, bu da hayranlığımı arttırıyor.
Tabii ki nefis süslemeleriyle ahşap
minberi de hatırlatmak gerek. Tam çıkarken kenarda sessizce bekleyen demir
kapıyla tanıştırıyor beni ve gizli kilitleriyle…
Hüdavent Hatun Kümbeti'nden -Niğde
Camii dışında Selçuklu Sultanları’nın gömüldüğü türbe var. Buraya kümbet demeliyim sanırım. Selçuklu ve Osmanlı geleneğinde türbe ve kümbet iki farklı kavram. Kümbet Selçuklularda var, üst kısımdaki tabutların konulduğu bölümün altında bir de gömü odası bulunuyor. Osmanlı türbelerinde ise bu bir katla sınırlı. Böyle bakıldığında Van’daki Halime HatunKümbeti, Niğde’deki nefis Hüdavent Hatun kümbetini örnek verebiliriz. Yapım yılı 13.yy olan Alaaddin Camii’nden çıkıp aşağıya doğru yürüyorum.
Karatay Medresesi kapısı önünde
durup sol yukarıya baktığımda Alaaddin Camii dış kapılarından birinin bu
kapıyla benzerliğini görmek çok hoş geliyor. Ve içerideki nefis çini örnekleri
ve tabii ki bayıldığım çift başlı kartal motifleri…
Amacım daha fazla oyalanmadan Mevlana
Müzesi’ne doğru yola koyulmak. Mesafe yakın gene de zamandan kazanmak için
taksiye biniyorum.
Meydana geldiğimde kapısında
kocaman nefis bir kilim asılı Sultan Selim Camii ve tabii ki Mevlana Türbesi.
Girişi biraz ileride, sonradan herkesin girdiği kapının değil de diğer kapının
misafir kapısı olduğunu öğreneceğim. İçerisi çok ama çok kalabalık Türkiye’den, yurtdışından turistler, bir süre bahçede oturmak istiyorum.
Vakit olmadığı için görkemli kalemişleriyle
süslenmiş türbeyi ziyaret etmek istiyorum. “Bu makam, aşıkların kabesidir; kim
buraya noksan gelirse tamam olur.” sözünden bahsedildiğini duyuyorum. Mevlana oğluyla yan yana yatıyor, ayak uçlarında
babasının sandukası. Dualar ettikten sonra süslemeleri inceleyerek usulca çıkıyorum.
Dışarıda dergahtaki diğer bölümleri incelemek için bir süre dolaşıyorum.
Herşeyin bir anlamı var, şadırvanla mutfak bölümü arasındaki etrafında sema
yapılan ejderha başlı çeşme, şadırvanın diğer tarafındaki “Hak’tan gelip, Hakk’a
gitmeyi” sembolize eden selsebil. Bölümlerin birinde Şems-i Tebrizi’ye
ait olduğu düşünülen keçe başlığın büyüklüğüne şaşırmamak elde değil. Bu arada
Şems’in türbesi bir başka güne kalıyor.
Hava kararmaya yüz tutmuşken Sahip
Ata Külliyesi’ni görmek bir güne sığdırmak istediklerimden. Mukarnaslı muhteşem
taç kapısı, ilk defa karşılaştığım emzikli
sebil ve içi...
Kapıda oturan amcayla birlikte az ötede Suriyeliler sokağı haline dönmüş bir sokağı fark ediyorum. Tabelalara Arapçaları da eklenmiş
çoktan.
Akşam Şeb-i Aruz töreni... Gündüz
ve gece olmak üzere iki kere yapılıyor, biletler internetten alınabiliyor.
Normal dönemde her cumartesi ücretsiz olduğu söylendi. Tabii o zaman Ahmet
Özhan’ı, tasavvuf sohbetlerini dinleyemiyorsunuz… Bir güne sığabilen Konya bu
kadar benim için. Taksi, pazarlıkla uygun fiyata Meram Bağları’na ve Sille Köyü’ne
götürebileceğini söylüyor, ikinci bir günü olanlar için… Öte yandan Konya sadece bir Anadolu Selçuklu başkenti olarak bile birden fazla gün ayırmayı hakediyor. Biliyorum biliyorum daha
çok fotoğraf olmalıydı özellikle Şeb-i Aruz töreniyle ilgili. Bir başka
seneye belki ben biraz daha piştiğimde… Ah bir de bu yazıyı buraya kadar okuyan
herkese gönülden teşekkürler...
Merhabalar ne güzel bir anlatım..sanat ve tarihe önem verenlere selam olsun ...Eski eserlerin restorasyonu ile uğraşan ve aynı zamanda Konyalı bir mimar olarak anlatımınızı çok sevdim..teşekkür ederim sevgi ve dostlukla..
YanıtlaSilgüzel yorumunuz için çok teşekkürler
Sil