19 Aralık 2014 Cuma

Trenle Anadolu 3 - Ankara - Konya

Bu sene Şeb-i Aruz törenlerine katılmak istedim. Konya’nın Anadolu tren duraklarından biri olması bu isteği gerçekleştirmek için önemli nedenlerden biriydi. Bir yandan da dinler tarihinin çok başlarındayken tasavvuf için henüz çok yolum var, bu tören için erken mi diye düşünmeden edemiyordum. Sonuçta bir adım atmak, o töreni izlemek, hele de fotoğrafçılara ayrılan sahne kenarında yere oturarak izlemek benim için nefis bir tecrübeydi… En iyisi yolun başına dönerek anlatmak…


Samsun’dan Ankara’ya otobüsle oldukça erkence bir saatte varıp, neredeyse hiç beklemeden Konya trenine binerken gülümsedim. Başkent “gene” bir duraktı, üstelik çok sevilenlerin yaşadığı. Birgün, kalıp daha çok tanımalıyım bu şehri diye düşündüm. Ah unutmadan geçen sefer ezilme tehlikesi yaşatan Suriyeliler artık yoktu. Gar sabahın çok erken saatlerinin bildik uyanma telaşıyla uğurluyordu herkesi.

Kara tren mi yüksek hızlı tren mi derseniz kara tren cevabını veririm. En arka kısmından fotoğraf çekmek ya da yolu seyretmek ayrı bir keyif. Hızlı treninse bana göre en büyük avantajı bir kafeteryasının olması… Hele de koltuğunuz dışarıyı çok iyi göremeyeceğiniz bir yere denk gelmişse bütün yolculuk burada geçirilebilir. Ankara – Konya yolunda ben de öyle yaptım, karşımdaki teyzeyle biraz sohbet ettikten sonra doğru çay içmeye…


Konya’ya yaklaşırken öğreneceğim ilk şey sisti! Neredeyse göz gözü görmez bir halde ilerlerken bunun her sabah yaşandığını anlattılar. Hatta uçak seferleri de ertelenebiliyormuş sis yüzünden. Biraz hafiflemiş de olsa sisler içinde bir Konya’ya vardım. Açık bir hava olsa Mevlana Müzesi’ne yürürdüm. (Birkaç kilometre olarak garın çıkışına tabela konulmuştu çünkü. )


Henüz tasavvuf geleneğine göre önce Şemsi Tebriz’inin Türbesi'nin sonra Ateşbaz-ı Veli’nin Türbesi'nin ve en son Mevlana Müzesi’nin ziyaret edilmesi gerektiğini bilmiyordum. Taksiden yürüme mesafesindeki yerler hakkında bilgi alırken tepeden başlamaya karar verdim. Yani Alaaddin Keykubad Camii’nden…

Anadolu’yu öğrenme sürecinde en sevdiğim kısımlardan biri okuduğum kelimelerin artık bir anlam ifade etmesi. Yani Urartular denildiğinde kartal yuvasını andıran kaleleri, Anadolu Selçuklular’dan bahsedildiğinde belli yapı biçimlerinin aklıma gelmesi, mesela aşık olduğum Divriği Ulu Camii, Memluklular’ın Asurlular’ın Anadolu’ya etkileri, Kültepe – Kaniş’teki stoklu ticaret, yazılı belgeler gibi… Kısaca Anadolu tarihi havada uçuşan bilmediğim kelimelerden ibaret değil artık biraz daha yere basıyor görüntüleriyle…
Alaaddin Keykubad Camii’ne doğru yandan, iç kale sur duvarları olarak kabul edilen kısımdan yürüdüm. Temizlik işlerini yapan amca mihraptaki çiniler için içeri çağırdı. Zaman içinde genişletilen derin bir alanda çinili mihrapla karşılaşmak çok hoşuna gidiyor insanın. Eskiden kalanlar onarılanlara göre daha parlak, bu da hayranlığımı arttırıyor.

 Tabii ki nefis süslemeleriyle ahşap minberi de hatırlatmak gerek. Tam çıkarken kenarda sessizce bekleyen demir kapıyla tanıştırıyor beni ve gizli kilitleriyle…

Hüdavent Hatun Kümbeti'nden  -Niğde

Camii dışında Selçuklu Sultanları’nın gömüldüğü türbe var. Buraya kümbet demeliyim sanırım. Selçuklu ve Osmanlı geleneğinde türbe ve kümbet iki farklı kavram. Kümbet Selçuklularda var, üst kısımdaki tabutların konulduğu bölümün altında bir de gömü odası bulunuyor. Osmanlı türbelerinde ise bu bir katla sınırlı. Böyle bakıldığında Van’daki Halime HatunKümbeti, Niğde’deki nefis Hüdavent Hatun kümbetini örnek verebiliriz. Yapım yılı 13.yy olan Alaaddin Camii’nden çıkıp aşağıya doğru yürüyorum.

Karatay Medresesi kapısı önünde durup sol yukarıya baktığımda Alaaddin Camii dış kapılarından birinin bu kapıyla benzerliğini görmek çok hoş geliyor. Ve içerideki nefis çini örnekleri ve tabii ki bayıldığım çift başlı kartal motifleri… 

 Amacım daha fazla oyalanmadan Mevlana Müzesi’ne doğru yola koyulmak. Mesafe yakın gene de zamandan kazanmak için taksiye biniyorum.


 Meydana geldiğimde kapısında kocaman nefis bir kilim asılı Sultan Selim Camii ve tabii ki Mevlana Türbesi. Girişi biraz ileride, sonradan herkesin girdiği kapının değil de diğer kapının misafir kapısı olduğunu öğreneceğim. İçerisi çok ama çok kalabalık Türkiye’den, yurtdışından turistler, bir süre bahçede oturmak istiyorum.

Vakit olmadığı için görkemli kalemişleriyle süslenmiş türbeyi ziyaret etmek istiyorum. “Bu makam, aşıkların kabesidir; kim buraya noksan gelirse tamam olur.” sözünden bahsedildiğini duyuyorum. Mevlana oğluyla yan yana yatıyor, ayak uçlarında babasının sandukası. Dualar ettikten sonra süslemeleri inceleyerek usulca çıkıyorum. Dışarıda dergahtaki diğer bölümleri incelemek için bir süre dolaşıyorum. Herşeyin bir anlamı var, şadırvanla mutfak bölümü arasındaki etrafında sema yapılan ejderha başlı çeşme, şadırvanın diğer tarafındaki “Hak’tan gelip, Hakk’a gitmeyi” sembolize eden selsebil. Bölümlerin birinde Şems-i Tebrizi’ye ait olduğu düşünülen keçe başlığın büyüklüğüne şaşırmamak elde değil. Bu arada Şems’in türbesi bir başka güne kalıyor.


Hava kararmaya yüz tutmuşken Sahip Ata Külliyesi’ni görmek bir güne sığdırmak istediklerimden. Mukarnaslı muhteşem taç kapısı,  ilk defa karşılaştığım emzikli sebil ve içi...


 Kapıda oturan amcayla birlikte az ötede Suriyeliler sokağı haline dönmüş bir sokağı fark ediyorum. Tabelalara Arapçaları da eklenmiş çoktan.

Akşam Şeb-i Aruz töreni... Gündüz ve gece olmak üzere iki kere yapılıyor, biletler internetten alınabiliyor. Normal dönemde her cumartesi ücretsiz olduğu söylendi. Tabii o zaman Ahmet Özhan’ı, tasavvuf sohbetlerini dinleyemiyorsunuz… Bir güne sığabilen Konya bu kadar benim için. Taksi, pazarlıkla uygun fiyata Meram Bağları’na ve Sille Köyü’ne götürebileceğini söylüyor, ikinci bir günü olanlar için… Öte yandan Konya sadece bir Anadolu Selçuklu başkenti olarak bile birden fazla gün ayırmayı hakediyor.  Biliyorum biliyorum daha çok fotoğraf olmalıydı özellikle Şeb-i Aruz töreniyle ilgili. Bir başka seneye belki ben biraz daha piştiğimde… Ah bir de bu yazıyı buraya kadar okuyan herkese gönülden teşekkürler...

2 yorum:

  1. Merhabalar ne güzel bir anlatım..sanat ve tarihe önem verenlere selam olsun ...Eski eserlerin restorasyonu ile uğraşan ve aynı zamanda Konyalı bir mimar olarak anlatımınızı çok sevdim..teşekkür ederim sevgi ve dostlukla..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. güzel yorumunuz için çok teşekkürler

      Sil

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...