Raflarda ararken kitabın adını
aklımda evirip çeviriyordum. Öyle ya okumadığım bir yazar, pek de duymadığım
bir kitaptı. Önce kent tanımından yola çıktım kendimce. En son Detroit
tanımlamasından çok etkilenmiştim Carlos Fuentes’in. Ford fabrikasıyla birlikte
Sanayi Devrimi’nde ön sıralarda olan bir şehrin giderek terk edilip
soluklaşmasına dair o nefis giriş hep aklımda olanlardan. Oysa burada başka bir isim söz konusuydu,
kentlerin görünmezliği… Okudukça görecektim. Şaşırmak en çok sevdiklerimdendi
nasılsa…
Yazım sürecinde, üzgün ya da
mutlu kentleri düşündüğünü, bazen de kentleri yıldızlı gökyüzüne benzettiğinden
bahsetmişti. Sahi Detroit üzgün müydü, hüzünlü müydü? Peki hafifliği,
saydamlığı, kısacık tarihiyle, geçmişsiz, derinliksiz, dıştan bakıldığında
gizsiz bir kent olarak tanımladığı New York? Yani duygularıyla bir kenti nasıl
tanımlayabilirdim? Öte yandan kitabın bir yerinde;
““Marco Polo, tek tek her taşıyla
bir köprüyü anlatıyor.
“Peki köprüyü taşıyan taş
hangisi?” diye sorar Kubilay Han.
“Köprüyü taşıyan şu ya da bu taş
değil, taşların oluşturduğu kemerin kavsi,” der Marco.
Kubilay Han sessiz kalır bir
süre, düşünür. Sonra ekler:
“Neden taşları anlatıp duruyorsun
bana? Beni ilgilendiren tek şey var, o da kemer.”
Marco cevap verir: “Taşlar yoksa,
kemer de yoktur.”” S.45
İşin aslı zorlu bir yolculuk oldu
benim için, özellikle girişi hazmetmeye çalışmak.Geometri, felsefe, metafizik,
sosyoloji, psikoloji potasında eriyen bir edebiyattan söz ediyoruz, masallarla
dillenen, birey, dil, edebiyat önceliğinde olan bir yazardan.
“Calvino, Venedik’i elli beş
kente bölüştürerek, kristalin yüzeylerine dağıttı, bir ayna ve ışık oyununda
birini diğerinde yansıtıp kırarak olasılıkları çoğalttı. Milani’nin sözleriyle,
Görünmez Kentler “çoğul ve bölük pörçük bir zaman duygusunu, ‘dizgelerin
dizgesi’ bir dünya imgesini, sonsuzluk ve boşluğun verdiği baş dönmesini
duyurmak için” kendisine bir biçim seçmişti: “kristal bir labirent.”” S.35
Ve ben bu labirentte kaybolmak
üzereydim! Kubilay ve Marco Polo arasındaki "italik" konuşmalar ardından gelen
bazen çok bildik bazen uzak gelen kent tanımları ve insan hallerinden oluşan
bir labirentteyim hala. Belki de çıkışım:
“Biz canlıların
cehennemi gelecekte var olacak bir şey değil, eğer bir cehennem varsa, burada,
çoktan aramızda; her gün içinde yaşadığımız, birlikte yan yana durarak
yarattığımız cehennem. İki yolu var acı çekmemenin: Birincisi pek çok kişiye kolay
gelir: cehennemi kabullenmek ve onu görmeyecek kadar onunla bütünleşmek. İkinci
yol riskli: sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem
olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak,
ona fırsat vermek.” S.204
Ve arka kapak :
“Modern dünyanın masal anlatıcısı
Italo Calvino’nun efsanevi kitabı Görünmez Kentler, tekrar elimizin altında…
Kubilay Han’ın atlasında yolculuk eden Marco Polo… Batı’nın Doğu’yu gören
gözünün kurduğu hayaller bir yanda, modern kentin içinden çıkılmazlığı ve
geleceği öte yanda…
“Kitap bir alan; okur içine
girmeli, dolanmalı, belki kendini kaybetmeli, ama belli bir noktada bir çıkış hatta
birçok çıkış bulmalı. Kitap dışarı çıkabilmek için bir yola koyulma olanağı.”
Okur, kitabı eline aldığında, yazarın kentleri arasında dolanacağından, önüne altın harflerle sunulan olasılıkları yutacağından, sonunda okuduklarını kendi zihnindeki ideal kentlere ekleyeceğinden emin olmalı. Okur, kitabı, mümkünse, büyük bir caddenin kenarına dizilmiş kahve masalarından birine ilişerek okumalı; göz önündeki gerçekle, göz önündeki kurguyu daha iyi görebilmek için…
“Belki de kent yaşamının kriz
noktasına yaklaşmaktayız ve Görünmez Kentler, yaşanmaz hale gelen kentlerin
kalbinden doğan bir rüya.”"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder