23 Nisan 2015 Perşembe

Görünmez Kentler - Italo Calvino


Raflarda ararken kitabın adını aklımda evirip çeviriyordum. Öyle ya okumadığım bir yazar, pek de duymadığım bir kitaptı. Önce kent tanımından yola çıktım kendimce. En son Detroit tanımlamasından çok etkilenmiştim Carlos Fuentes’in. Ford fabrikasıyla birlikte Sanayi Devrimi’nde ön sıralarda olan bir şehrin giderek terk edilip soluklaşmasına dair o nefis giriş hep aklımda olanlardan.  Oysa burada başka bir isim söz konusuydu, kentlerin görünmezliği… Okudukça görecektim. Şaşırmak en çok sevdiklerimdendi nasılsa…


Yazım sürecinde, üzgün ya da mutlu kentleri düşündüğünü, bazen de kentleri yıldızlı gökyüzüne benzettiğinden bahsetmişti. Sahi Detroit üzgün müydü, hüzünlü müydü? Peki hafifliği, saydamlığı, kısacık tarihiyle, geçmişsiz, derinliksiz, dıştan bakıldığında gizsiz bir kent olarak tanımladığı New York? Yani duygularıyla bir kenti nasıl tanımlayabilirdim? Öte yandan kitabın bir yerinde;

““Marco Polo, tek tek her taşıyla bir köprüyü anlatıyor.

“Peki köprüyü taşıyan taş hangisi?” diye sorar Kubilay Han.

“Köprüyü taşıyan şu ya da bu taş değil, taşların oluşturduğu kemerin kavsi,” der Marco.

Kubilay Han sessiz kalır bir süre, düşünür. Sonra ekler:

“Neden taşları anlatıp duruyorsun bana? Beni ilgilendiren tek şey var, o da kemer.”

Marco cevap verir: “Taşlar yoksa, kemer de yoktur.”” S.45




İşin aslı zorlu bir yolculuk oldu benim için, özellikle girişi hazmetmeye çalışmak.Geometri, felsefe, metafizik, sosyoloji, psikoloji potasında eriyen bir edebiyattan söz ediyoruz, masallarla dillenen, birey, dil, edebiyat önceliğinde olan bir yazardan.

“Calvino, Venedik’i elli beş kente bölüştürerek, kristalin yüzeylerine dağıttı, bir ayna ve ışık oyununda birini diğerinde yansıtıp kırarak olasılıkları çoğalttı. Milani’nin sözleriyle, Görünmez Kentler “çoğul ve bölük pörçük bir zaman duygusunu, ‘dizgelerin dizgesi’ bir dünya imgesini, sonsuzluk ve boşluğun verdiği baş dönmesini duyurmak için” kendisine bir biçim seçmişti: “kristal bir labirent.”” S.35

Ve ben bu labirentte kaybolmak üzereydim! Kubilay ve Marco Polo arasındaki "italik" konuşmalar ardından gelen bazen çok bildik bazen uzak gelen kent tanımları ve insan hallerinden oluşan bir labirentteyim hala. Belki de çıkışım:

“Biz canlıların cehennemi gelecekte var olacak bir şey değil, eğer bir cehennem varsa, burada, çoktan aramızda; her gün içinde yaşadığımız, birlikte yan yana durarak yarattığımız cehennem. İki yolu var acı çekmemenin: Birincisi pek çok kişiye kolay gelir: cehennemi kabullenmek ve onu görmeyecek kadar onunla bütünleşmek. İkinci yol riskli: sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek.” S.204

Ve arka kapak :

“Modern dünyanın masal anlatıcısı Italo Calvino’nun efsanevi kitabı Görünmez Kentler, tekrar elimizin altında… Kubilay Han’ın atlasında yolculuk eden Marco Polo… Batı’nın Doğu’yu gören gözünün kurduğu hayaller bir yanda, modern kentin içinden çıkılmazlığı ve geleceği öte yanda…

“Kitap bir alan; okur içine girmeli, dolanmalı, belki kendini kaybetmeli, ama belli bir noktada bir çıkış hatta birçok çıkış bulmalı. Kitap dışarı çıkabilmek için bir yola koyulma olanağı.”

Okur, kitabı eline aldığında, yazarın kentleri arasında dolanacağından, önüne altın harflerle sunulan olasılıkları yutacağından, sonunda okuduklarını kendi zihnindeki ideal kentlere ekleyeceğinden emin olmalı. Okur, kitabı, mümkünse, büyük bir caddenin kenarına dizilmiş kahve masalarından birine ilişerek okumalı; göz önündeki gerçekle, göz önündeki kurguyu daha iyi görebilmek için…

“Belki de kent yaşamının kriz noktasına yaklaşmaktayız ve Görünmez Kentler, yaşanmaz hale gelen kentlerin kalbinden doğan bir rüya.”"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...