Şişman bir kadın polisin, hayatı
boyunca yaşadığı ağır travmalara eklenen bir cinayete tanıklığıyla başlıyor
kitap. Çok basit cümlelerle anlattığı, günlük hayatla ilgili psikolojik çözümlemelerine
bayılarak ilerliyorum. Merakım sürekli tetikleniyor. O kadar sıcak ki böylesine
bir kitaba ihtiyacım varmış diyorum. Sıradan küçük insanların kocaman
hikayeleri, insanın içini nasıl da umutla doldurabiliyor diyorum.
Lupita kapalı kapılar ardında
olanları öğrenerek tüm bildiklerini yeniden yazıyor. Bildiğimiz maço erkeğin
kadın versiyonu dersem tam anlatmış olurum sanırım. Bu arada ben de Latin
Amerika ülkeleri arasında en az bilgiye sahip olduğum ülkenin Meksika olduğunu fark
ediyorum. Aztekler’e, geçmişe dair cümleler işaret olabilir, neden olmasın? Bir
de farkında olarak ilk defa Van Arkeoloji Müzesi’nde karşılaştığım obsidyenle tekrar
karşılaşmaya bayılıyorum. Kitapta da yansıtma aracı olarak kullanılıyor,
ruhlarını, izlerini yansıtıyorlar obsidyenle başka alemlere geçiyorlar… Ah bir
de aşk hikayesi var, kıyıdan köşeden giriveriyor hayatına Lupita’nın
beklemediği bir anda…
Çok koşturmalı, nefes almakta
zorlandığım bir günde önce yazarı, sonra arka kapak çekiveriyor beni içine… İyi ki de çekmiş
diyorum… Tam yaz kitabı, sürükleyici, basit, derin …
“Su, tüm sorunları çözümlüyordu.
Hepsini eritiyor, temizliyor, arındırıyordu. Sokak bir kez yıkandı mı, orada
bir cinayet işlendiğinden gelip geçenlerin haberi bile olmayacaktı. Suyun
suçluların arkasından koşmasına gerek yoktu. Onları araması da gerekmiyordu.
Onları yargılaması da. Onları mahkum etmesi de. Başka bir biçimde iş görüyordu
su ve Lupita’nın hoşuna gidiyordu, onun sorunu bu şekilde halletmesi. Çamaşır
teknesinin adalet sistemi amansız ve demokratikti. Çamaşır yozlaştırılmaya fırsat
vermiyordu. En kötü kirler bile, alçakça tasarlanmış çıkarlar araya girmeden su
ve sabunla temizlenebilirdi. Sonra da güzelce bir ütü yapıldı mı karmaşanın izi
bile kalmazdı. Her şey yerli yerine otururdu. Çamaşırı yıkadıktan sonra Lupita
en sevdiği sözü söyler, “Topraktan gelen toprağa, güneşten gelen güneşe,”
derdi.” Sh 31
“Eski zamanlarda, Meksika Vadisi’ndeki
yerli halklar obsidyen taşından ayna yaparlardı. Kenarı bilenip
keskinleştirilmiş obsidyen, kurban edilen kişilerin göğsünü açmaya yarayan
bıçakları yapmakta kullanıldığından, obsidyen taşı kurbanlarla ilişkilendirilirdi.
Obsidyen ayna, yalnızca büyücülerin kullanmasına izin verilen bir büyü
aletiydi. Söylendiğine göre eğer bir kişi siyah bir aynada kendine bakarsa
başka zamanlara ve başka mekanlara yolculuk edebilirmiş. Tanrıların ve ataların
dünyasına. Obsidyen ayna Aztek Tanrısı Tezcatlipoca’nın en birinci niteliğiydi,
adının anlamı “buğulu ayna”ydı. Siyah aynaların içinde insan doğasının farklı
tezahürleri görülebilirdi. İnsanoğlunun en karanlık ama aynı zamanda en ışıklı
yanı görülebilirdi. O aynaların içinde gözlemci ile gözlenen cisim aynı zamanda
yansırdı. Bir defasında Tezcatlipoca, erkek kardeşi Quetzalcoatl’ı siyah bir
aynayla aldatmıştı. Kendine o aynada bakınca karanlık yanını görmüştü. Sahte
kimliğini görmüştü. Ve kendisiyle ilgili olarak kendi kendini aldatmıştı.
Işığını geri kazanabilmek için karanlığa karşı bir savaş vermek zorunda
kalmıştı.” Sh 75
Arka Kapak
“Büyükannesi ayın ışığının
güneşinki kadar güçlü olduğunu, ay ışığına çıkmadan önce önlem almak
gerektiğini söylemişti ona. Toprağın karanlığından hayat fışkırdığını bilmek
hoşuna gidiyordu. İnsan toprağın içinde neler olup bittiğini, bir bakışta
göremiyor olsa da, filizlenen, açılan büyüyen, bizlerin bir parçası olacak olan
tohumlar vardı orada. Görünmeyen ama var olan şeyler…
Kadın polis Lupita ütü yapmayı
sever. Kafayı çekmeyi, çamaşır yıkamayı, kendine acımayı, çıngar çıkarmayı,
dans etmeyi, yalnızlığı ve sessizliği, soru sormayı sever. Lupita sevişmeyi
sever… Derken bir cinayete tanık olur ve her şey tersine döner. Kendini
yolsuzluklardan uyuşturucu trafiğine uzanan bir gizem ağının ortasında bulan
Lupita canını dişine takarak bu gizemi çözmeye uğraşırken özüyle, atalarıyla,
benliğiyle de yüzleşecektir.
Laura Esquivel Lupita Ütü Yapmayı
Seviyordu’da sadece paranın, başarının ve güzelliğin geçerli olduğu yozlaşmış
bir ülkeye sıra dışı bir kadın kahramanla aşılıyor umudu.
Acı Çikolata’nın yazarından enfes
bir Meksika masalı.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder