14 Ocak 2017 Cumartesi

Sıfır Noktasındaki Kadın - Neval El Seddavi


Bir gece yarısı, zihnimde bıçak keskinliğinde bir hisle kalakalıyorum. Biliyordum acıtacaktı, uyutmayacaktı, karmakarışık olacaktım günlerce. Biliyordum… Ama bu kadar değildi beklediğim. Bu kadar keskin, net ve sert ve derin!

Karşımda minicik bir kız çocuğu, çok zeki, gözlerinin derinliğinde dünyayı biriktiren. Biran yazar, Firdevs’in yanına teyple mi girdi diye düşünüyorum. Böylesine güçlü bir anlatımı Firdevs’e yakıştırıyorum ama sonra Neval El Seddavi’nin tıp doktoru olduğunu ve psikiyatriyle ilgili bir araştırma için hapishaneye gittiğini hatırlıyorum. O küçücük kız çocuğunu almış, yeniden doğuruyor her seferinde. Yalnızca bebekken her  düştüğünde kaldıran annesinin gözlerindeki ifadeyi her gördüğünde, o karanlığın içinden tekrar doğuyor Firdevs. Önce İkbal’e sonra İbrahim’e annesine duyduğu bağlılığı hissediyordu belki de…

Kalkıp çay demliyorum. Birazdan güneş doğacak, sokağa ineceğim, hızla gelip geçen insanların arasında yol bulacağım kendime. Nereye gittiğimi bileceğim, ne istediğimi de. Ve aklımda bir cümle;

“yaşamayı toptan reddedişi, ölümden zerre kadar korkmayışıydı.”Sh9

Bir insan neden yaşamayı reddeder, ölümden zerre kadar korkmaz? Son zamanlarda zihnimde dönüp duran sorulardan biri karşımdaydı işte! Sonra bir kahve molası, gözlerimi kapatıp kalabalıktan gelen uğultuya kulak vereceğim. Adımları tanımaya, kalabalıkta kimsenin dikkat etmediği yüzlerinden ruh hallerini anlamaya çalışacağım insanların. Aklımda Firdevs’in sokaklardaki hali;

“Bir gün beni koca bir sopayla, burnumla kulaklarımdan kan gelene kadar dövdü. Bu olaydan sonra evi terk ettim, ama bu kez amcamın evine gitmedim. Çürümüş gözler, yara bere içinde bir yüzle sokaklarda dolaştım; ancak kimse bana dikkat etmedi. İnsanlar, otobüslerde, arabalarda ya da kaldırımlarda bir koşuşturmaca içindeydiler. Kör gibiydiler, hiçbir şey görmüyorlardı sanki. Sokak önümde uçsuz bucaksız bir deniz gibi uzanıyordu. Sulara fırlatılmış bir çakıl taşı gibiydim; dalgaların dövdüğü, oraya buraya attığı, kıyıda bir yere bırakılmak üzere yuvarlanıp duran bir çakıl taşı…”Sh53

Küçücük bir kız çocuğu, sünnet olduktan sonra amca tacizi, sonra amca himayesi. Ve ülke çapında dereceyle aldığı ortaokul diploması. Her seferinde kullanmak için çırpındığı diploması… Nefesimi tüketen keskinlik arasında “Nil” kelimesini okuyorum. Nil Nehri! İrkiliyorum, doğru ya hikaye Mısır’da geçiyor, oysa herhangi bir ülkede geçen bir hikaye bal gibi! Bir kadın, taşrada ya da metropolde doğan her kadın işte! Aşağılanan, yok sayılan, tecavüze uğrayıp, dayak yiyen, sokaklardaki ya da evlerdeki her kadın olabilirdi Firdevs… Birbirine kazık atan, birbirini kullanmasını öğrenen her kadın olabilirdi… Hayatı boyunca ayakta durma savaşı verirken,  iktidar erkeklerin ikiyüzlülüğü, güç hırsı, tarihin tekerrürü, Firdevs’le birlikte yazarı da tanımamı da sağlıyor. O dönemde böylesine güçlü bir kalemi olan bir kadın yazarın diğer kitaplarını merak ediyorum.

Gözlerimi kapatıyorum. Kitap göğsümde, zihnimde keskin bir berraklık…

“Gözlerim yere çakılı, küçük arabama bindim. Arabada kendimden, yaşamımdan, yalanlarımdan, korkularımdan utandım. Sokaklar gezinen insanlarla, vitrinlere asılmış gazetelerle, bas bas bağıran manşetlerle doluydu. Nereye gitsem her adımda yalanları görüyor, çevrede gezinen iki yüzlülüğü izliyordum. Dünyayı ezip geçmek, bu yalanları silmek istercesine var gücümle gaza bastım. Ama bir an sonra ayağımı hemen çekip frene asıldım ve arabayı durdurdum.

O anda Firdevs’in benden çok daha cesur olduğunu kavradım.”Sh 110


 “Ama tanıdığım bütün erkekler ben de tek bir istek uyandırdı: elimi kaldırıp yüzlerine okkalı bir şamar indirmek. Ama korktuğum için elimi hiç kaldıramadım. Korkum bana bu hareketin çok zor olduğunu düşündürüyordu. İlk kez elimi kaldırdığım ana kadar bu korkudan nasıl kurtulacağımı bilmiyordum. Elimin bir kez aşağı yukarı hareket etmesi bu korkuyu yok etti. Bunun çok kolay, sandığımdan daha kolay bir hareket olduğunu kavradım. Artık ellerim, onların yüzüne şiddetli bir tokat indirmek için havaya kalkabiliyordu. Elimin hareketi çok kolaylaştı, elimdeki her şey, göğse saplayıp çıkardığım bıçak bile olsa bu, doğal bir rahatlıkla hareket edebiliyordu. Ciğerlere dolup hissedilmeden boşalan havanın doğal rahatlığıyla saplayıp çıkarabiliyordum onu. Şimdi de gerçeği hiç zorluk çekmeden anlatıyordum. Çünkü gerçek kolay ve yalındır. Bu yalınlığın içinde de vahşi bir güç yatar. Yaşamın vahşi, ilkel gerçeklerine ancak yıllar süren bir savaşımın sonunda varabildim. Çünkü insanlar yaşamın yalın ama çirkin ve güçlü olan gerçeklerine birkaç yıl içinde varamazlar pek. Gerçeğe ulaşmak, artık ölümden korkmamak demektir. Her ikisiyle de yüz yüze gelmek büyük bir cesaret gerektirdiğinden, ölümle gerçek birbirine benzer. Gerçekler de insanı öldürdüğü için, ölüm gibidir. Ben bir insanı öldürdüğüm zaman, onu bıçakla değil, gerçekle öldürdüm. Bu yüzden korkuyorlar; beni yok etmek için bu yüzden acele ediyorlar. Bıçaktan korkmazlar. Onları korkutan gerçeğimdir. Bu korkutucu gerçek bana büyük bir güç veriyor.” Sh.104-105

Arka Kapak

“Dünyanın herhangi bir köşesinde herhangi bir kadın sıfır noktasında kıskıvrak bekliyor. Umutsuz, çaresiz, ölümle yaşam arasındaki sınırda.

Neval El Seddavi, ölüm hücresinde Mısırlı fahişe Firdevs’le konuşuyor, Firdevs’in anlattığı yaşam öyküsünü aktarıyor bize. Bu dünyada kadın olmanın , hele bir “fahişe” olmanın ne anlama gelebileceğini okuyoruz bu yaşam öyküsünde.

Sıfır noktası neresidir?


İlk kez 1987’de yayımladığımız Sıfır Noktasındaki Kadın zamanın eskitemediği kitaplardan. Aradan geçen yıllar içinde en çok okunan Metis kitaplarından biri oldu, bir klasik haline geldi.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...