Gezerken bir yandan da okuyunca neler
öğreniyor, fark ediyor insan. Bir
noktadan sonra gördüklerini anlamlandırmaya başlayıp analizlere girişiyor bir
heves. Mesela muhteşem Kars’a gitmiş, Ani harabelerini gezmişsiniz. İpek yolu
üzerindeki bu şehirden kalanlar arasında dolaşmış, hemen karşı kıyıdaki
Ermenistan’a bakmışsınız şaşkınlıkla. Sonra Kars’ta Kale’ye çıkmış şehre
kuşbakışı göz gezdirmişsiniz. O da ne! Ani’deki kilise kalıntılarıyla,
şehirdeki kümbetler birbirinin aynı!
Tarih itibarıyla baktığınızda Ani’deki
daha önce yapılmış. O zaman bu yapı şeklini Selçuklular Ermenilerden
almışlardır diyebilirsiniz rahatlıkla. Ya da Orta Asya’ya gider, gömülen ölünün
ziyaret için üzerine kurulan çadırlara uzanabilirsiniz. Gördüğünüz çadır şekillerini
düşündüğünüzde aynı şekille karşılaşırsınız. İpek yoluyla yalnız ürünler değil
kültürler de yayılıyor diye düşünürsek…
Bu kitap da, kümbet şeklini Orta
Asya’ya dayandırmış. Ki yazar İskenderiye asıllı olmasına rağmen şüpheyle
yaklaşmıştım en başta. Ne de olsa kendi coğrafyamızdan daha doğru bilgiler
bulabilirdim. Öte yandan aynı şekilde yazar, Selçukluları işgalci olarak anlatıyor!
Sahi kim değil ki?
Tarih okurken, yorum yapmanın
önemi büyük. Bu da farklı kaynaklardan farklı okumaları gerektiriyor. İmanın ve
İktidarın Hizmetinde İslam Mimarisi, bu anlamda beni doyuran bir kaynaktı
diyebilirim. Hz. Muhammed’in Medine’deki evinin önünde duvarla çevrelenen bir namaz
kılma ve hitap mekanı İslam’ın ikinci önemli ibadet yeri. Üçüncüsüyse Kudüs’te.
Kudüs’teki Kubbet-üs Sahra’nın neden ve
ne zaman yapıldığını bilmiyordum, Kudüs’e gidene dek. Hatta Kudüs’ün ilk kıble
olduğunu da bilmiyordum. Tekrar okumak ve iyice oturtmak çok hoşuma gitti.
Yazar tavafın kaynağı hakkında da ufak bir bilgi vermiş. Bunun yanı sıra bayıldığım Divriği Ulu Camii’den
sadece tek kelimeyle bahsetmiş.
Kitabın girişinde, “öte dünyaya
açılan yalancı kapı” şeklinde tanımlanmış Abbasi mihrabı var.Sonraki sayfada
Peygamberin mevcudiyetini simgelediği mihrap diye bir tanımlama daha var.
Açıkçası bugüne kadar girdiğim camilerde mihrap, minber, kubbe, harim gibi
kısımları bilerek bakmıştım. Ama örneğin mihrabın kıble yönünde olması dışında ne
anlama gelebileceğini düşünmemiştim. Sanırım görerek bakmaktan, bakarken
anlamak ve yorum yapmaktan kastettiğim bu gibi şeyler. Bu kitap sıklıkla elime
alacaklarımdan bir kaynak. Öncelikle hayran olduğum Anadolu’yu sonrasında tüm
dünyada iz sürmeye devam ederken incelenecek ve görecek çok kaynak ve çok yapı
var. Siz de heyecanlan mıyorsunuz?
“Vahyedilmiş en son din olan
İslam, 7. Yüzyılda doğmuş ve ilk başlangıç olarak döneminden itibaren görkemli
bir mimari geliştirmiştir.
Hz. Muhammed’in Medine’deki basit
evinden başlayarak, bu yeni iman kendini yeni bir bina türü ile ifade eder:
Mescid-i cami.
İslam dünyasındaki inşa sanatı,
fethettiği uygarlıkların bazı özelliklerini alıp kullansa da, gerek namaz
mekanları gerekse saray ve kaleleriyle, olgunlaşmış bir estetik akım olarak
kendini gösterir. Daha önce hiç görülmemiş biçimler ortaya çıkar. Mimarlar
hipostil camiyi, eyvanı, mukarnasları, çıkma mazgalları, kubbeleri ve mihrabı
kaplayan çini bezemeleri icat ederler. Hiç durmadan çeşitlenen bu dil her yerde
bezemelerle, arabeskle, geometrik motiflerle, taşparmaklıklarla ve özellikle
kutsal metinlerle kendini ifade eder. Mimarlık tarihçisi Henri Sterlin,
Müslüman yapılarının bin bir biçimini betimleyip açıklarken, on yüzyılı aşkın
bir süre boyunca görkemli bir atılım ve solukla yaşayan canlı bir sanatın hiç
değişmeyen yanlarını ve sonsuz çeşitlemelerini vurguluyor.
Emeviler, Abbasiler, İranlılar,
Selçuklular, Büyük Moğol İmparatorluğu, Osmanlılar İspanya’dan Hindistan’a
kadar uzanan bir coğrafyada Kudüs’te Kubbetü’s-Sahra’yı, Şam ve Kurtuba
camilerini, Semerkand’da Gur-Emir’i, İsfahan Camii’ni, Şalimar bahçelerini,
Agra’da Tac Mahal’i, İstanbul’da Süleymaniye’yi inşa ettiler… 160’tan fazla
belge…"
farklı bilgiler edindim sayende.. kitabı not alıyorum.. ♥
YanıtlaSiltavsiye ederim :)
Sil