17 Haziran 2017 Cumartesi

Zaman Yeli - Gürsel Korat


Zaman bu ya belki de bana Divriği’de birkaç gün lütfedip, Ulu Camii yamacında okuyup yazmama izin verirdi. Ağır ağır kalkardım Kuzeytaç kapının önünden, yüzyılların hayalleriyle batıya giden trenlere binerdim belki… Yolum Niğde’ye, Konya’ya, Kayseri’ye, Kapadokya’ya yeraltı şehirlerine düşerdi. Doğan Kuban’ın muhteşem kitapları eşlik eder miydi bana? Sonra birgün Güvercine Ağıt çıkıverdi karşıma, istediğim döneme ait romanlar serisinden... Sevinçle not almışken, hain zaman durur mu ayırdı bizi bir süre… Derken işte Zaman Yeli, işte Kapadokya, işte Anadolu’mda en merak ettiğim dönem…


11.,13. yüzyıllardan bahsediyoruz. Haçlı Seferleri derken bir yanda Moğolların önünde savrulan topluluklar. Anadolum parça parça, sefaletin, acının hakimiyeti, farklı dinlerin varlığından doğan oluşumlar… Öte yandan hangi dinden olursanız olun eşitliğe doğru yol almak, zulme karşı adaleti sağlamak için canını ortaya koyan bir gurup. Umut eşliğinde zamana dair sorgulama… Zaman bir yel gibi eserken geçmiş, gelecek ve şimdinin anlamına dair hissettirdikleri…

Kitabın girişinde kör bir Latin askeriyle sağır bir kilise ressamı karşılaşırken, zihnimin bir o yana bir bu yana koşturmasıyla sürdü okumam. Türkmen gibi giyinip konuşan kör bir Latin askeri, Selçuki beyi gibi giyinmiş Hıristiyan Beyine rastladığına şaşıran sağır ressam. Bin Tanrılı Hittilerden gelen çift başlı kartalın yanına bir de çift aslan eklenivermesi… Garip bir dinginlik ve hüznün eşlik ettiği okumaya ince bir sızıyla son vermek, savaşlar, yaşananlar, zaman … Ah zaman… Serinin devamını hiç bekletmeden okumak istiyorum. Bu yaz Divriği’ye gidemesem de istediğim dönemde olacak zihnim, Gürsel Korat kitaplarıyla bunu çok güzel sağlayacak belli ki…

“Cabiri,”Su, girdiği kabın şeklini alır erenler” dedi, “ Moğollar vahşi değüldür; şehirler, sultan kal’aları vahşidür. Eskiden o kabın içinde Selçuki vardı, şimdi Moğol.”

“Kızmadım, tatlılıkla olan biteni anlattım. İsyancıları, ticaret yolu için birbirine giren devlerin arasında dolaşan bir köpek yavrusuna benzettim. Ayaklanarak hiçbir yere gidemeyeceğimizi; Venedik’ten Çin’e uzanan büyük bir ticaret yolunda sadece bir nokta olduğumuzu, bu noktayı kocaman kıllı parmakların sinek gibi ezeceğini söyledim. Cabiri beni gülümseyerek dinliyordu.” Sh 82

“Zaman geçip gidiyor ve yaşananların düş olup olmadığı bile bilinmiyor. Az önceki zamanın bile.” Ah 112.

Arka Kapak
“Geçmiş neydi? Yaşanıp bitmiş bir düş. Zaman neydi? Şimdi.”

“İnsan sevmeyen zalimler nasıl tanrı adına hükmederler?” diyen sağır bir kilise ressamı ile kör bir Latin askerinin zamanın tozunu attıran macerasıdır anlatılan…

Selçukluların safında Babailere karşı çarpışıp esir düşen kör Leon ile sağır Dimitri’nin sıradışı arkadaşlığı, basit ama yıkıcı nedenlerle bir efsaneye dönüşür. Beyinden ırgatına, papazından dervişine yörenin bütün çaresiz insanlarını ateşleyen bu efsane, hiçbir şeye inancı kalmamış Emir Haydar’ı bile değiştirir: Dinleri-mezhepleri kaynaştıran, Kapadokya’nın yeraltı şehirlerini umutla aydınlatan ve “insanca” yaşamı müjdeleyen bir “dünya depremi” dir bu.


“Zamanın geçişi duruşlara benziyor. Zaman geçip gitti derken maddenin biçim ve yer değiştirdiğini söylemiş oluyoruz yalnızca; çünkü zaman bir soyutlamadan başka bir şey değil” diyen Gürsel Korat’tan, zamanın tarihsel bilinçaltını kazıyan ve onu “yeniden kuran” bir roman. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...