Bir varmış bir yokmuş. Renklerine
doyum olmaz bir kara parçası varmış. Kocaman toprakların arasında köprü gibi
sularla çevrili bu kara parçası cömertliğiyle hayran bırakırmış herkesi. Verimli
toprağı yediveren, her mevsim ayrı güzelmiş. Bunca iyi niyetine rağmen çok
çekmiş insanoğlundan... Kah kan gölüne çevrilmiş kah kesilmiş biçilmiş,
yakılmış yıkılmış… Anaymış, her seferinde affetmiş, kucak açmış sevgiyle.
Bakmış olmuyor, zamanı fısıldamış insanoğlunun kulağına rüyalarla, gelecek ve
geçmiş zamanı. Akıllanırmış belki de, öyle ya ana olmak vazgeçmemekmiş…
Bağrımda topladım hepinizi, kanınızı kattım toprağıma, besledim, büyüttüm.
Dikkat edin artık birbirinize, incitmeyin…
Arapların Gözünden Haçlı
Seferlerini okurken yaklaşan büyük tehlikeye karşı birleşip bütün olarak
savaşmak yerine, çoğu zaman düşmanla işbirliği yapıp yenilmelerine çok
şaşırmıştım. Hal böyleyken 12. yüzyılda Moğollar öncesinin Anadolu’sunda olanlara
şaşırmadım. Hepsi iktidar oyunlarının bir parçasıydı, Roma, Katolikler,
Ortodokslar, Selçuklu, Müslümanlar… Henüz Moğollar yoktu, Roma nam-ı diğer
Bizans daha güçlü gibi gözükse de taht hesapları hiç bitmiyordu. Sahi iktidar
kavgası hiç bitmeyecek mi dersiniz?
Ve iki adam… Biri çekici,
kendisine bahşedilmiş yeteneği kullanarak çekiciliğini dayanılmaz kılan, şeytan
tüylü ve asla vazgeçmeyen. Diğeri tam tersine yeteneğiyle göklere
çıkarılabilecekken aşağılanan, hayatı boyunca acı çeken deyim yerindeyse gün
yüzü görmeyen. Bir elmanın iki yarısı gibi yaklaştıkça birbirlerini tamamlayan
iki adam, yeter ki aralarına kadınlar girmesin… Dönemleri nefis bir kurguyla
anlatırken sürekli zamanı sorgulatan kitaplar yazıyor Gürsel Korat… Kapadokya
üçlemesinden bir önceki yüzyılda geçen Rüya Körü’ne yine bayıldım.
“Unutuşun derinliklerinde kaybolan, şimdi
önümde duruyor: Anladım, ben Stefanos Aksukos, zihnimdeki zamanın içinde ne
gördüysem onu yazıyorum; bakışlarım kör bir Delfi kahinine benzemese de,
gördüğüm hep ve daima, henüz yaşanmamış olandır. Şöyle anlıyorum: Geçmiş zaman
unutuştur, gelecek zaman ise doğmamış unutuş. Bunların birbirinden farkı
yoktur…” Sh55
“Çünkü insan bir gerçeği
anladığında, aynı şeyi geçmiş zamanda da anladığını sanarak yanılır. Olayları
geçmiş ışığında anlamak başkadır, geçmişte anlamak başkadır. Çünkü bir şeyi
geçmiş zamanda anlayan kişinin, gelecekte anlamasına gerek kalmaz.” Sh 100
Arka Kapak
“Kader, yaşayacaklarımız değil,
yaşadıklarımızdır.”
Sürekli yok olmaya mahkum bir
şimdi’nin çemberinde, biri gelecekle, diğeri geçmişle sınanan iki adam… Hassas
ve kırılgan ruhundan azap yeleğini bir türlü çıkaramayan umutsuz aşık Stefanos
ile tutkusu, cazibesi ve kudretiyle kaderinin sınırlarını zorlayan Andronikos:
Biri rüyalarında gelecekte yaşananları görüyor, diğeri geçmişte olup bitenleri…
Hırsın, öfkenin, taht ve aşk kavgalarının arasında birbirine yaklaştıkça
bütünlenen zaman, ikisini de kendi yoluna sürüklüyor.
Bizans’ın ve Selçuklu’nun loş
koridorlarında, eski Anadolu’nun rüzgarlı ovalarında dolaşan Gürsel Korat’tan
geçmişi ve geleceği kırılgan bir şimdiki zamanda buluşturan, rüyayı gerçeğe,
gerçeği rüyaya dönüştüren bir roman…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder