““Ne yapıyorsun kadın?” diye
çıkıştı Cemafer. Gözü donmuş, tavana kilitli, ne eli, ne kolu oynar, bir
devinen çenesi.
“Çeneni bağlayalım ki…”
“Bırak kalsın.”
“Deyince, dövüne dövüne mutfağa
koştu Semine Kadın. Bir kucak dolusu soğanı yığdı odanın ortasına. Gözünden yaş
akıta akıta ortadan ikiye ayırıp odanın her yerine koydu bir yarım soğan.
Anasından duymuşluğu vardı, başına ilk kez geliyordu ya, unutmamış bunca zaman.
Öldüğünü anlamayan ruhu kaçırtmak gerekirdi bu kokuyla. Cemafer’in ruhu
kaçacağına daha bir köpürdü:…” Sh 14
Gülsem mi ağlasam mı bilemediğim satırlarda,
merakla ilerlemeye devam ettiğim incecik bir öykü kitabına başlamıştım. Yol
kitabı yapacakken öne çıkmış, içinden taşan sözcüklere hakim olamamıştı belli
ki … Alıvermişti içine, bir daire çiziyorduk birlikte sonsuzca dönüp
duracağımız… Kulaklarımızda içimize işleyen zurna nameleri…
Sözler, yollar, dönüp duran aşk
hikayeleri, sızlatan… Dedim ya incecik bir öykü kitabına başlamıştım,
derinliğinde boğulabileceğim bir nehir gibi akıyordu. O nehir ki geri alırdı
kurtardığını. Durmazdı bir türlü, çağırırdı rüyalara girip arsızca…
Yollara düşerdi, düşürülürdü
gençler aşk acısıyla o nehre doğru … Davul dengi dengineydi, ötesi yoktu hiçbir
toplumda. Hep birlikte eğlenilir, karar verilir, dövülür, aykırı olan sokaklara atılırdı. Şehirler
geçilirdi, birbirine benzeyen, aynı insanların, aynı öykülerin yaşandığı, hayalleri
yok eden, küçücük hayallerle insanları ağır ağır öldüren, korkutan… Adına
toplum deniyordu işte, kuralları vardı dışına çıkanın canının yakıldığı… İçinden
nehirler akan aynı yerde kalamayan, sözcükleri içinde tutamayıp sevdalarını sayfalar
boyunca anlatan gençler vardı bir de kavuşamayan…
Minicik bir öykü kitabı, içinde
dünyayı, aşkları, ezilenleri, zulmü anlatan... Her öyküde sürprizleriyle, güçlü
dili, kurgusuyla merak ettiren…
Arka kapakta, yazarın kendi
okurunu oluşturacağı yazılmış, merak ediyorum yazdıklarını yazacaklarını...
“Yıllar önce dedesinin ona
anlattığını ezberden sıralamaya başladı kuru çene. Onda yarım asırdan biraz
fazla, belli ki ondan asırlardır önce yaşayan sözleri sarf ediyordu. Hiç acele
etmeden, upuzun anlattı. Hikayede bir yılan vardı ki, yılan, defalarca yuttu
kuyruğunu da çember olmuş gövdesinin dönüşünü, dünyanın dönüşüne denk düşürdü.
Milyar yıl döndü durdu kavalak toprak üzerinde. Toza, kire, kine, küskünlüğe
bulandı.”Sh 23
“Ne yüzler ne insanlar gelir
geçer de bir zulüm kalır yeryüzünde. Bir fasit dairedir zulüm, kuyruğunu yutmuş
yılan… Döner döner tekrarlanır, döner döner tekrarlanır, döner…” Sh 24
Arka Kapak
Özgün dili ve ele aldığı duyarlı
yaklaşımıyla Berna Durmaz kendi okurunu yaratacak bir öykücü…
Berna Durmaz, özellikle kasaba ve
kenar mahallerden insanları, onların konuşma diline yakın bir anlatımla, kendi
özgün dilini de oluşturarak yazan bir öykücü. Yoksul kadınlarla çocukları,
emeğiyle geçinen, tüm ezilmişliğine karşın neşesini yitirmeyen halktan
insanları güçlü gözlemlerle anlatıyor.
Bir Fasit Daire’de on üç yeni
öykü var. Durmaz, bir Roman mahallesinde olup bitenleri ele aldığı öykülerinde
ortak karakterleri kullanıyor. Bu karakterlerin kimi özellikleri, okuru bir
Fasit Daire’nin içine kolayca alabilecek nitelikte: Ölen ama öldüğünü bir türlü
anlayamayan Cemafer gibi.
Berna Durmaz’ın kitabı ışık
saçan, içinde kıyamet kopmuş renkli bir çadır gibi. Zevkle okuyacaksınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder