Erkek, kadının çocuğu tek başına
yapmadığını keşfettiğinde kadın egemenliğini kaybetti. Erkek egemen toplumlar aldı
başını gitti maalesef. Hal böyle olunca az gelişmişinden gelişmişine tüm
toplumlarda, erkek çocuk sahibi olmak makbul oldu. Roman, gittikçe artan erkek
nüfusa dair… Biz bu kadar erkeğe dayanamazken neredeyse yok olacak kadın nesli…
İyi niyetle başlayan keşiflerin devamında nasıl kullanıldığından tutun, kuzey
güney ayrımına, toplumların yok edilemeyen ve patlamak için yer arayan “kin”lerine
kadar uzanan bir roman.
Oysa, geçmiş zamanda mesela İsa’dan
sonraki birinci yüzyılda geçtiğini düşünmüştüm olayın. Diğer tarihi romanları
gibi gerçek dehlizlerde yüzmek değişik gelecekti. Tam tersi oldu, günümüz
dünyasında hiç de yabancı olmadığımız bir konuyla, gayet masum hatta böceklerle
başlayan bir romanda buluverdim kendimi. Tecavüz edilip, hamile kalan
kadın-çocukların öldürüldüğü bir toplumda, kadının alınıp satıldığı bir
toplumda, kadının iş hayatında erkekleştiği bir toplumda erkek sayısının
artmasının yol açacaklarına dair düşündüren, gerçeklerle yüzleştiren bir roman…
Aklımda Amin Maalouf’un Osmanlı’yı
neden sevmediği var bir yandan, Ağrı Dağı’nı Ararat olarak anıp, Ermenilere ait
olduğunu söylemesinin nedenlerini yazmasını isterdim. Olay Osmanlı mı? Sömürge
mi? Bu konu derin ve sonlanacak bir tartışma değil sanırım…
“İpekten, baldan ya da Sina Çölü’ndeki kudret
helvasından daha yüce bir maddeyi hangi yaratık üretebilirdi? İnsanoğlu öteden
beri bu böcek ürünlerindeki dokumacılığı ve zevki taklit etmek için çırpınıp
durur. Peki ya “adi” sineğin uçuşuna ne demeli? Onun gibi olabilmemiz için daha
kaç yüzyıl geçmesi gerekiyor? “Zavallı” larvanın başkalaşımından da söz
etmiyorum üstelik.” Sh10
“André bana şöyle demişti: “Benim de senin
gibi sabırsızlandığım, patladığım, atıp tuttuğum, kınadığım anlar oluyor. Ama
hemen sonra, ‘dünyaya katlanmamız gerekiyor, tıpkı onun bize katlandığı gibi’
diyerek sağduyuma uyuyorum.
Batı her zaman senin bildiğin
gibi barış ve adalet diyarı değildi, kadın ve erkek haklarının, doğanın üstüne
titrenmiyordu. Senden bir önceki kuşaktan olan ben, bambaşka bir Batı tanıdım.
Şunu unutma ki, yüzyıllar boyunca, Yerküre’nin dört bir yanında izler bıraktık,
imparatorluklar kurduk, uygarlıklar yıktık, Amerika’daki Kızılderilileri yok
ettik, sonra onların yerine çalışsınlar diye takalar dolusu zenci getirdik,
afyon satın almaya zorlamak için Çinlilerle savaştık, evet, dünyada bir kasırga
gibi estik, çoğunlukla yararlı ama her zaman yıkıcı bir kasırga.
Peki burada? Kendi yerimizde ne
yaptık? Birbirimizi durmadan boğazladık, top ateşine tuttuk, zehirli gazlarla
öldürdük, öfkeyle, yirminci yüzyılın ortalarına kadar. Sonra bir gün, doymuş,
uslanmış, yorgun, biraz yaşlanmış bir halde bizinle aynı zamanda durulmuyor.
Her yerde biraz Alsace-Lorraine’ler, din, mezhep kavgaları var, bunlar da
bizimkiler kadar saçma bizimkiler kadar ölümcül; deliliğin geçmesi gerek.
Dünya’ya karşı sabırlı olalım!”
Arka Kapak
Dünya bir felakete doğru dolu
dizgin koşuyor. Kötüye kullanılan bilim insanlığın geleceğini tehdit ediyor.
Yeni doğan çocuklar büyük oranda erkek, çünkü “oğlan” olsun istiyordu
herkes.Buyrun, bilim dilekleri yerine getirdi sonunda.
İşin sonu nereye varacak?
Kadınlar yeryüzünden silinip gidecek mi? Bir gurup aydının kurduğu “Bilgeler
Şebekesi” insanları uyarmaya, zararın bir yerinden döndürmeye uğraşıyor ama
boşuna. Şimdiye dek Kuzeyliler tarafından “uzaktaki bir başka dünya” olarak
değerlendirilirken Güney ülkelerinde şiddet tırmanıyor, yavaş yavaş tüm dünyaya
yayılıyor.
Bunlara tanıklık eden, insanlığın
düştüğü korkutucu durum karşısında el ele mücadele eden bir gazeteciyle bir
böcekbilimci; onlardan doğacak bir kız çocuğu: Béatrice… Bu Béatrice’in yüzyılı,
gerileme ve bıkkınlık çağı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder