İnsan hissettiklerini dışa
vururken çoğu zaman eksik kalır. İç dünyadan dışa kurulan köprü sözcüklere
döküldüğünde yeterli gelmez ya da anlamsızlaşabilir kimi zaman. Bu yüzdendir mesela
bir sinema sonrası kelimelere boğulmak yerine, kendini duyguların yoğunluğuna,
akışına bırakmayı seçmek… İfade edebilmek bir güç, bir sanat… Sözle başlar…
Sözü en iyi kullananlardan biri de Ece Temelkuran… Hele de sözün ortalığa kum
gibi saçılıp, anlamsızlaşmaya başladığı şu zamanda bir hazine gibi gelir bana
onu okumak…
Öte yandan, gündeme dair düşüncelerine
karşılık bulmak bir sızı, yapılması gerekene dair mesela. Ne yapmalı diye
düşünürken, etrafında tek yapılanın konuşmak olduğu bir dönemde, sözün eylemle
desteklenmesiyle gücün ortaya çıkacağını anlatabilmek, bilmek çok ama çok güçlü
bir sızı. İyi yazılmış yazıları hoyratça kullanarak mutlu olan, bana değmeyen
yılan bin yaşasın mantığından kurtulamadığımız dönemlerdeyiz. İnsanın doğası mı
bu diye sürekli düşünenlerden misiniz siz de? Kötülük, bencillik içgüdüsel mi?
Evrensel bilinçle milyonlarca yıldır aktarılıyor mu sahiden? Yeni doğan bir
bebeğin masumiyetinde kötülüğü aramaya çalışıyorum. Kötülük, kaybedecek şeyi
olmayanlarla mı ortaya çıkar ya da ezilenlerle… Cahillik ve şiddete ne demeli? Bıçaklamanın
marifet sayıldığı gencecik çocukların içlerindeki iyi nerededir?
Peki insanlar ne zaman geri
çekilir, susmayı ne zaman öğrenirler ve maalesef utanmayı? Şiddeti körükleyenlerin elde
etmek istedikleri ne vardır başka? Zihin patlayacak gibi dolaşsanız ne fayda…
Evet yazarın söylediği gibi söz bir başlangıç, eylemle desteklenmediği sürece …
Son birkaç yıl olanlara, umuda,
kötülüğe, içsavaşa, güce, sanata dair derlenen yazılar…
“Savaşlar, zengin ihtiyar
erkeklerin, yoksul genç erkeklerin birbirini öldürmesi için tezgahladığı küçük
kıyametlerdir. Hangi taraftan kaç genç erkek öldürüldüğüne göre kazananın kim
olduğuna karar verilir. Bir gazoz kapağını, bir misketi kaybettiklerinde
üzüldükleri kadar ve tamı tamına aynı şekilde üzülürler zengin ihtiyar adamlar.
Daha fazla değil. Eğer gerçekten ölü bir çocuğun annesi kadar üzülselerdi
savaşlar bir günden daha uzun sürmezdi. Kimse maval okumasın. Kollarında kıyıya
vurmuş bir bebeği taşımayan hiç kimse de
savaşın mecburiyeti üzerine söylev vermesin.
Savaş keşke sadece ölümden ibaret
olsaydı. Bu hiç değilse biraz daha temiz bir şey olurdu. Savaş öyle garip bir
kimyasal süreçtir ki cephede olmayanları da kötü insanlara çevirir. Savaş bir
kez başladı mı insafımız, vicdanımız, insanlığımız aç farelerle
karşılaştırılabilir ancak. Ki bunun olduğunu görüyoruz, daha da fena halde
göreceğiz. Peki işte tam da bu zamanda ne söyleyebilir söz? Çizgi ne
söyleyebilir?” Sh 113
Arka Kapak
“Pek yakında tıpkı bizim gibi
Batı dillerinde yaşayan insanlar da tanık olacakları sarsıcı kötülük
temsillerinden sonra kendilerine yeniden şunu soracaklar, “İnsan iyi midir?
Kötü müdür?” Bu, yeniden, kalabalıkların konuştuğu bir şüphe olacak, “Yoksa
insanlar kötü müdür?”
Bu, yıkıcı, acı verici bir şüphe.
Sadece insanın içine ortak hayatla ilgili korku saldığı için değil, bu soruyu
soran da insan olduğu için. Korku ve şüphe karşılıklı ilişkileri ve bireyi
böyle çürütücü bir döngü ile yıkar ve sonunda kötülüğü ilk kez kimin başlattığı
unutuluncaya kadar insanlık bu çukurda yuvarlanır durur. Daha kötüsü ise şu: “Yoksa
insan kötü müdür?” şüphesi insanı iyi ve kötü arasında kısır bir ikiliğin
arasında kısır bir ikiliğin içine sıkıştırır. İkilikten düşünce çıkmaz, hayal
çıkmaz, hikaye çıkmaz. Hikaye ikiliğin ötesinde başlar.
İkiliklerin tartışıldığı,
kahramanların rol aldığı tragedya çağından, insanın karmaşık öyküsünün sürekli
yeniden karıldığı modern topluma ulaşmış olan düşünceyi aynı ikiliye yeniden
sıkıştırmamak için… Belki de bunca sert gerçeğin karşısında yazının ve kitabın
sağladığı tek direnç noktası bu.
Ece Temelkuran’ın yazılarından
derlediğimiz bu kitap, yeni bağlamıyla kültürün, sanatın gerekliliğine ve
yaşamsallığına ilişkin eşsiz fırsat.”
Bende iç kitabı okuyorum bu ara:)
YanıtlaSilne güzel ...
YanıtlaSil